Isırgan Nine’den masallar – 27.05.2023

                Bir varmış bir yokmuşşşş.

                Gezmek görmek çok hoş sohbetlere nail olmak ise hoş be hoşmuş.

                Efendim yaşımı maruz görünüz ki bazen tarihler karışıyor bende; eh masal ya, olduğu kadar işte?

                Senelerden 2008 aylardan ise Nisan’mış. Ayın son gününde Türkiye’den önemli bir zat yanında partisinin 2 genel başkan yardımcısı ve 1 MKYK üyesi ile İngiltere Lordlar Kamarası’nı ziyaret etmiş. Ev sahiplerinden Sir Nicholas ve Lord Maginnis denilen zatlar görüşme masasına özellikle İskoçya’dan getirdikleri viskileri getirmiş – hani size ennn kaliteli ikramlarımızı sunuyoruz anlamında.

                Ama, bakınız ki, bizimkiler buna hiç mi hiç tenezzül etmemiş. Hatta birisi cebinden çıkarttığı paket çaylar için sıcak su isterken “Sütün yeri burası değil.” diyerek göz bile kırpmışmış.

                Efendim, gelgelelim, toplantı esnasında bile arka bahçeye bakan odalarında genç beylerle gönül eğlendiren ihtiyarların olduğu mekanda bizim zat Türkiye’nin önemini onların görmek istemediği bir şekilde yeniden anlatmışmış. Hatta bunu yaparken yakın tarihli birkaç İngiliz mecmuasındaki havadisleri de emsal göstermişmişmiş.

                Neyse gençler; bunu niye mi anlattım? Masal ya, sözde bizimkilerin kulağını çekmek için çağırdıkları bu toplantıda özellikle bizim zatın tavırlarından ötürü iyice huylanan malum kişilerden İngiliz vatandaşı olmasına rağmen Türk ismi taşıyan 2009 Ocak ayında Kıbrıs’a noel yorgunluğunu atmak için gelmiş .Yanında da Bristol Limanı denildiğinde ilk akla gelen hanımlardan irisi varmış.

                Uzun uzun planlanan tatilin bir arasında bu zat Hatay’da pek meşhur bir kiliseye dini turistik bir gezi tertip etmiş. Tesadüf ki bu gezi esnasında “eski bazı sağlam” Türk dostlarıyla görüşmüş. Dedim ya masal diye; bu dostlardan birisi de puro düşkünlüğü ile bilinen bir medya patronuymuşmuşmuş.

                Eh her masal da iyi bitecek değil ya, tarihler 2009’un 25 Mart’ını gösterdiğinde İngilizler’e kafa tutan zatın helikopteri dondurma diyarı bir memlekette düşmüşrülmüşmüşrülmüş? Neyse, dilim dönmedi benim. Siz anlayıverin bir zahmet.

                Kaza sonrasında, daha sadece basit yaralanmalar varken olay yerine varan 3 kişilik avcı topluluğu yaralılara ilk müdahaleyi yapmaya çalışırken olay yerine asker kıyafetli birkaç kişi gelmiş – gelmiş ki bunların biri şu anda hala 35 plakalı şehrimizde meczup olarak yaşamını sürdürmekteymiş. Ve hatta rivayet odur ki, zaman zaman kendi kendine söylenir dururmuş: “Neden öldürdüm, neden sıktım ensesine?!” diye…

                Masal ya, çok uzatmamak lazımmış.

                Bu zatı ve yanındakileri ağlayan imamın talimatıyla, sütlü çaya düşkün memleketi mutlu edebilmek amacıyla infaz etmişlermişmiş.

                Eh, masal masal içinde işte. Peki aradıklarını bulabilmişler mi? Yoksa o önemli zat o kıymetlileri daha önceden ve farklı bir yöntemle hedefine zaten yollamışmış.

                Demek ki neymiş, seni aptal sansınlar ama sen aklını kullanmaktan kaçmaymış…

                Onlar ermiş muradına biz çıkalım karlı dağların kuzey batı yamaçlarınaymış…

Ninem bu masalı 2 bölüm halinde Ocak’2018’de anlatmış…

Hatıralar, hatıralar, hatıralar…

Rastgele bir gazete geçti elime geçen gün, eskilerden taa 1976 senesinden. Tarih ise 9.Şubat. Diyor ki manşetinde “Çağlayangil, Irak’la 6 milyon ton petrol için anlaşma yaptık, dedi.Bağdat’tan dönen Dışişleri Bakanı, iktisadi ve teknolojik işbirliği anlaşmasının da yapıldığını bildirdi.”. Yine aynı gazetede başka bir haberde “ABD, üsler için anlaşmanın ana hatları belli oldu, dedi. Amerikalılar’a göre Newyork’ta yeni bir Türk-Amerikan ortak anlaşmasının imzalanması bile mümkün denildi.”. Ana sayfadan bir haber daha: “ Denktaş, Waldhemim’in çağrısında pazarlık konusu yoktur, Kıbrıs müzakerelerinde Rumlar büyük sorun çıkarmaktadır, dedi.”

Allah Allah dedim kendi kendime, yaşlanıyorum ama kafam da karışıyor mu ne? Bugünün gazetelerinde de hala, Kuzey Irak’la petrol anlaşmalarından, üslerle ilgili haberlerden, Rumlar’ın çıkardığı sorunlardan bahsedilmiyor mu? Değişen ne o zaman evlat, tarihten başka…

Bir gazete daha, o da eski 27.Şubat.1952 tarihli. İlk sayfada yazıyor: “İngiltere, Akdeniz Komutanlığını istiyor. Amerika ise komutanlığın kendisine verilmesini istiyor. Ortadoğu ülkeleri kımıldamaya ve karışmaya başladı.”

Hoppala, bugün de, yine o bölgede, ABD, İsrail ve İngiltere kargaşa çıkartıp stratejik komutanlıklar için mücadele yapılmıyor mu?

11.Haziran.1951, yine bir ana sayfa haberi: “Türkiye, Arap devletleri ile İsrail’i barıştıracak, bundan sonra kurulacak olan Orta Doğu bloğuna ABD geniş ölçüde yardımda bulunacak.”. Haberin devamında da şunlar yazıyor: “Arap Birliği Genel Sekreteri Azzam Paşa’nın Ankara’ya gelişi ile ilgili olarak Orta Doğu’da siyasi istikrarın temini için Türkiye’ye mühim bir vazife verildiği anlaşılmaktadır.”

E bugün de biz arabuluculuğa soyunmuyor muyuz? Ne değişti tarihten başka?

Demek ki geçmişi bilmek önemli. Önemli çünkü birilerinin bizi nasıl oyaladığını anlamak gerek. Kaldı ki üzerinde planları oldukları devletlere karşı bazı daha geniş imkana sahip devletlerin bu tarz cafcaflı oyalama taktiklerine başvurduğu bilinen bir gerçek. Bizim yapmamız gereken ise tarihimizi doğru bilip geleceğimizi de ona göre doğru olarak şekillendirmek.

İstiyor musunuz biraz daha hatıra? O halde masalın devamı bir sonraki yazıda…

Nerede kalmıştık, hatırlayayım önce.

Hah tamam, evdeki eski gazetelerin tozunu alıyordum; hatta üzerlerindeki tarihlerle oynayıp bugünün tarihini atıyordum, değil mi evlatlarım?

Sene 1961, günlerden 4.Ocak. Manşet:” Kürt devleti kurmak isteyenler yargılanıyor. 39’u tutuklu 49 sanığın duruşması başladı. Müstakil bir kürdistan kurmak ve ırk mülahazasıyla memleket bütünlüğünü parçalamak üzere teşebbüste bulunmaktan sanık 49 kişinin duruşması dün Ankara Askeri Mahkemesi’nde başlamıştır.”

Yorumsuz.

10.Ağustos.1979. Yine bir ana sayfa “ABD bugüne kadar sadece Türkiye’yi cezalandırdı. ABD, amerikan yapısı silahları, savuma amacı dışında defalarca kullanan İsrail’e yalnızca uyarıda bulunuyor. İsrail, ABD’den aldığı silahlarla masum Lübnan halkına saldırıda bulundu… İsrail’e bir şey demeyen ABD, bu konuda sadece Türkiye’yi cezalandırdı.”

Bugün ABD silahları, İsrail, PKK ve YPG diyorum daha da bir şey demiyorum.

8.Mart.1948. Haber şu şekilde: “Wallas’ın yeni marifeti. Wallas şöyle demiş: Türkiye artık bir bombadır. Bütün dünya ateşi oradan tutuşacaktır. ABD’de tehlikeli infilak noktasına parmak uzatmıştır. Rusya’nın Türkiye ile olan münasebetleri, gelecek harbin ilk kıvılcımını koparabilecektir.” yine aynı gazeteden devam; “Rusya, roket ve füze denemeleri ile İstanbul’u havaya uçuracak. ABD buna karşı Türkiye’ye füze yerleştirecek.”

Hala ABD ülkemize İran’a karşı kullanılacak füze yerleştirmeye uğraşmıyor mu? Füze kalkanı falan filan.

Yine söyleyeyim de kulağınıza küpe olsun gençler.

Yaşımla birlikte ülkede gördüklerim değişti belki ama dışarıdakilerin ne bize bakışı değişti ne de bizimle ilgili emelleri. Aman dikkat edin ve sahip çıkın vatana, millete, kültüre ve topluma…

Onlar eremesin muradına ama biz çıkalım kerevetine!

Ninem bu masalı 25.10.2017 ve 20.08.2019 tarihlerinde 2 defa anlatmış? Niye ki?

Bir sürü havalı kelime var şu Yunancada. Hele neoklasik Yunanca, saymakla bitmez. İşte onlardan birisi: Agnosis. Ne demek, “bilgisizlik” demek. Bir de Yunancaya rakip Fransızca var. O da havalı. Örnek, ontoloji sözcüğü. Peki o ne demek, “varlık felsefesi” demek. Ben yaşlıyım ya, getiriverdim 2 kelimeyi bir araya, ortaya çıkan sözcük: Agnotoloji!

Şaka yaptım, şaka. Bilim tarihçisi Robert Proctor ile dil bilimci Iain Boal zaten çoktan bulmuş bu sözcüğü. Peki bu sözcük ne demek?

Agnotoloji = Bilgisizlik bilimi.

O da ne demeyin gençlerrr! Kasıtlı olarak cehaletin yayılması demek! Yani, başlı başına psikolojik bir kitle imha silahı!

Önce bakıverin bakalım 1969 senesinde Brown & Williamson tütün şirketleri hakkında ne yazmış? Ne yazmış, neymiş tütün şirketlerinin amacı?

Peki 2011 senesinde Barack Obama ne diye doğum sertifikasını kamuoyu ile paylaşmak gereği duymuş?

Ya da rahmetli Recep Yazıcıoğlu makamında bile koymuş olduğu kuralları neden tek tek anlatmak zorunda kalmış?

Aslında çok kurnaz bir şey bu agnotoloji bilimi. Cehalete adeta alışmış toplumların kendilerine dikte edilene inanmaları mantığı üzerine kurulmuş. Sistem o kadar da basit işliyor ki, sıradan bir tartışma programında belirli bir konu üzerinde iki ya da daha fazla karşıt görüş olması yetiyor kafaları karıştırmak için. Çünkü farklılık artıkça orta bir nokta olmuyor ve nihayetinde çözümü yine o tartışma ortamını yaratan belirliyor! Neden sanıyorsunuz televizyon denilen aptal kutusunda bu kadar çok “kafa karıştırma” pardon “tartışma programı” var diye? Allah aşkına bir tanesini gösterin konuşulan konuda “uzlaşmaya” varılarak sonuçlanan!

Demeyeyim diyorum ama yine duramıyorum.

Cehaleti kendiniz yarattıkça sizden faydalanan çok olur. Kibarını söyledim ben, çünkü bir de bu lafın eşekli bir versiyonu var.

Okuyun, araştırın, yorumlayın. Allah size “aklı” elalemin peşinden kör gibi gidin diye vermemiş. Onu yapan dört ayaklılar var zaten…